Miyop Artmaması İçin Ne Yapılmalı? Görmenin Edebiyatı Üzerine Bir Deneme
Bir edebiyatçı olarak her zaman kelimelerin gözle kurduğu gizli bağı merak etmişimdir. Çünkü her iyi metin, tıpkı bir bakış gibi dünyayı yeniden görmenin bir yoludur. “Miyop artmaması için ne yapılmalı?” sorusu, yalnızca tıbbi bir merak gibi görünse de, aslında görme biçimimizin — dolayısıyla anlam kurma biçimimizin — ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatır.
Edebiyat, insanın dünyayı nasıl gördüğünü dönüştürür. Ve belki de miyopluk, yalnızca gözün değil, ruhun da fazla yakınlara odaklanmasından kaynaklanır.
Göz ve Kelime Arasındaki İnce Bağ
Edebiyat tarihinde görme, yalnızca fiziksel bir eylem değil, aynı zamanda sezgisel bir bilme biçimi olarak yer almıştır. Homeros’un “kör ozan” olarak anılması boşuna değildir; o, görmeyerek daha derin bir “içgörünün” kapısını aralamıştır.
Miyop bir göz dünyayı yakından görür ama uzaklara uzanan hikâyeyi kaçırır. Bu açıdan bakıldığında, görme yetisini korumak, aynı zamanda bakışın anlamını korumaktır.
Miyop artmaması için yalnızca tıbbi önlemler değil, zihinsel bir yeniden odaklanma da gerekir. Çünkü sürekli yakına, detaya, ekranın yüzeyine bakan insan, yavaş yavaş uzak kavramlara — empatiye, geniş perspektife — yabancılaşır.
Okumanın Gözle İmtihanı
Edebiyat okuru, bir bakıma gözlerini hem eğiten hem yoran kişidir. Her kitap, gözün kaslarını değil, anlamın sınırlarını zorlar. Ancak modern çağın okuma alışkanlıkları bu dengeyi bozmuştur.
Klasik dönemlerde insanlar uzun metinler okur, gözlerini metnin içinde dinlendirirdi. Bugünse hızlı okumalar, parlayan ekranlar ve bitmeyen bildirimler gözün doğal ritmini bozar.
Miyop artmaması için yapılabilecek en anlamlı edebi öneri belki de şudur: Ekran yerine sayfaya dön. Gözün derinliği, kelimenin dokusunu hissederek kurduğu ilişkiden doğar.
Tıpkı bir karakterin iç çatışmasını çözmeye çalışır gibi, göz de ışıkla kendi diyalogunu yeniden kurmalıdır.
Edebi Karakterler Üzerinden Görmenin Sembolizmi
Edebiyatta görme ve körlük, sık sık bilgelik metaforuyla yan yana gelir. Sophokles’in “Kral Oidipus”’u, gözlerini kaybederek gerçeği görmeye başlar.
Shakespeare’in “Kral Lear”’ı ise, kör Gloucester üzerinden insanın içsel miyopluğunu anlatır: Yakındaki yalanları fark edemez, ancak her şey yıkıldığında uzak gerçeği kavrar.
Bu karakterler bize şunu söyler: Göz, yalnızca dış dünyayı değil, iç dünyayı da net görmelidir. Miyopluk artmasın diye alınan fiziksel önlemler kadar, ruhsal netlik için alınan anlamlı molalar da gereklidir.
Edebiyatın bize sunduğu bu içsel görme pratiği, aynı zamanda bir terapi biçimidir. Uzağı göremeyen göz, anlamın uzağını arayan zihne dönüşür.
Görmeyi Korumak: Hem Fiziksel Hem Anlamsal Denge
Edebi bir dille söylersek, miyopluk gözün “fazla yakın anlatılara takılmasıdır.”
Bu yüzden, miyopluğun artmaması için yalnızca doktor tavsiyesi değil, bir yaşam biçimi önerisi de gerekir:
- Uzaklara bak: Günün belirli zamanlarında gözünü ekrandan kaldır, ufku izle. Tıpkı bir yazarın hikâyeye dışarıdan bakması gibi.
- Doğal ışıkta oku: Göz, yapay aydınlığın değil, gün ışığının ritmiyle uyumludur.
- Ritmini koru: Tıpkı bir şiirdeki ölçü gibi, görme eyleminin de bir temposu vardır. Uzun süreli odaklanmalar arasında göz molaları ver.
- Kelimeyle dinlen: Okuma, gözün değil zihnin yürüyüşüdür. Her sayfada bir nefeslik duraklar bırak.
Bu basit ama derin alışkanlıklar, hem fiziksel görmeyi hem de zihinsel berraklığı korur.
Bakışın Edebî Dönüşümü
Bir roman karakteri gibi insan da kendi hikâyesinde bazen bulanıklaşır. Görmek, anlamanın ilk adımıdır.
Edebiyat, bu yüzden her zaman bir “görme sanatı” olmuştur. Virginia Woolf, “Kendini görmek, dünyayı yeniden okumaktır” derken, aslında görmenin duygusal bir boyutuna işaret eder.
Göz sağlığını korumak, bir yönüyle anlatıyı korumaktır. Çünkü net gören göz, net düşünebilen bir zihnin de aynasıdır.
Sonuç: Görmek Bir Anlatı Biçimidir
“Miyop artmaması için ne yapılmalı?” sorusu, bir göz hekimine yöneltildiğinde reçeteyle biter; ama bir edebiyatçıya yöneltildiğinde bir düşünce yolculuğuna dönüşür. Göz, kelimenin ilk okuru, ışığın ilk anlatıcısıdır. Onu korumak yalnızca tıbbi değil, estetik bir sorumluluktur.
Her metin, tıpkı bir göz gibi odak ister; her bakış, tıpkı bir cümle gibi anlam taşır.
O halde, miyopluğun artmaması için yalnızca uzağa bakmak değil, uzak anlamlara yeniden odaklanmak gerekir.
Edebiyat, insana görmenin başka bir biçimini öğretir: Kelimelerle dünyayı netleştirmek. Çünkü bazen bir kitabın sayfası, en iyi gözlükten bile daha berrak bir bakış sunar.